Güney Almanya Gezi Rehberi

Almanya denince aklımıza bir sert mizaçlı disiplinli insanlarıyla gelişmiş bir sanayi ülkesi gelir. Malum dünyanın en gelişmiş sanayi ülkelerinden biri ama Almanya da tıpkı Türkiye gibi tek ülke sınırları içinde çok çeşitli kültürleri ve görülmeye değer farklı coğrafyaları içinden barındıran bir ülke. Ben daha önce Berlin’e gitmiş ve bu şehrin sosyal yaşantısına hayran kalmıştım. Güney Almanya’nın orta çağdan kalma kasabaları ise beni doğal güzellikleri ve çok iyi korunmuş tarihi yapıları ile çok etkiledi.

Gitmeden önce kaç yer gezeceğimizi, hangi gün nerede ne kadar konaklayacağımızı planlayıp buna göre de otel rezervasyonlarımızı yaptırdık ve aracımızı da havaalanında teslim almak üzere kiraladık. İyi ki de öyle yapmışız çünkü bazı kasabalarda saat 20.00’dan sonra açık yer bulamıyorsunuz bile. Hayat öyle sakin ve durağan. O güzel ortamın içinde bu sakinlik sizi hiç rahatsız etmiyor ama işte plansız programsız hareket etsek baya mağdur olabilirmişiz. Arabayla gezdiğimiz için de otobüs ya da tren kaçırma stresimiz olmadı hiç ve her yerde istediğimiz gibi vakit geçirerek gezebildik.

İlk durak: Blaubeuren
Seyahatimizdeki ilk durağımız Blaubeuren kasabası oldu. Kasabadaki Balutopf göleti kireçtaşı nanopartiküllerin yarattığı muazzam mavi rengiyle ünlü. Bu nedenle biz de göl manzarasını iyi görebileceğimiz bir restoranda yemek yemeyi tercih ettik, Cafe am Balutopf. İyi bir masa bulmak için biraz sıra bekledik ama beklediğimize değdi. Tabi sahip olduğu bu konumu nedeniyle de oldukça turistik bir mekan o yüzden beklentilerinizi ona göre ayarlamakta fayda var:) Yemekten sonra kasabada biraz yürüyüş yapıp Hohenzorllern kalesine geçtik. Bu kale dünyanın en görkemli kalelerinden biri. Kendi ismindeki bir dağın en tepesinde yer alan kale görkemli mimarisiyle aynı zamanda bir şatoyu andırıyor. O yüzden kale diyen de var şato diyen de. bu kaleyi hakkını vererek dolaşmak 2 ila 4 saat arası bir vakit alıyor. Kaleyi gezmek başlı başına bir aktivite ama kalenin uzaktan manzarasını da mutlaka görmelisiniz. Kalenin çevresi de muteşem manzaralarla çevrili. İnsan kendisini bir an o eski çağlarda yaşıyormuş gibi hissediyor çok büyüleyici bir atmosferi var.

2. durak: Mainau Adası + Lindau
Konztanza gölünün 3. büyük dası olan Mainau kelebekleri ve çiçekleriyle ünlü 45 hektar büyüklüğünde bir ada. Bu adanın mülkiyeti Blaubeuren İsveçli Bernadotte krallık ailesine ait. Adada aileye ait bir de şato var ama ziyarete kapalı çünkü halen İsveç kraliyet ailesi mensupları tarafından yazlık olarak kullanılıyor. Adanı her yerinde farklı farklı bahçeler, çiçeklerden yapılmış heykeller, tüm dünyadaki gül türlerinin toplandığı bi gül bahçesi ve çocuklar için de birçok oyun parkı var. Bizim gittiğimiz bahar aylarında lalelerin açma zamanı olduğu için adadaki yaklaşık 15 bin lale de açmıştı. İstanbul’daki lale zamanının güzelliğini düşünün ve çarpın 1000’le. Öyle bir güzellik. O yüzden burayı ziyeret etmek için bahar aylarını tercih etmekte fayda var.
Adadaki gezi yolunu takip ettiğinizde yol sizi Kelebek Evi’ne götürüyor. Evden içeri girdiğiniz anda çevrenizde uçuşan rengarenk kelebekleri görmeniz mümkün. Ama eğer ben çiçek böcek sevmem huylanırım diyorsanız bu adaya hiç uğramayın derim.
Lindau ise göl kenarındaki cafe, restoranve barları,, tarihi atmosferi, canlı meydanlarıyla biraz daha hareketli ama yine huzurlu bir şehir. Sanki burada yaşıyormuşçasına sokaklarında salınıp güneş batarken göl manzarasında biramızı yudumladık. Hayat bazı yerlerde böyle telaşsız, böyle dingin ve böyle huzurlu olabiliyor ve biz de bunu içimize çektik diyebilirim.

3. durak: Füssen
3. gün Alplere doğru yola çıkıyoruz. Hedef Füssen kasabası ama hedefin kendisi kadar yolculuğun kendisi de muhteşem manzaralarıyla bizi mest etti diyebilirim. İnsan kendisini bir yerden bir yere varma telaşında hissetmiyor böyle yollarda. Sanki yine seyahatinizde görülmesi gereken yerleri ziyaret ediyormuşsunuz gibi oluyor. Füssen kasabasına birçok barok kilise ve ortaçağ evleri var ama kasabanın gözdesi tabiki Neuschwanstein Şatosu. Yazması da telaffuzu da zor bu şato Almanya’nın en çok fotoğraflanan yapılarından biri. Füssen’e hatta Güney Almanya’ya gelip burayı görmemek olmaz ve şatoyu hazin hikayesini bilmeden gezmek de olmaz o yüzden size biraz bu hikayeden bahsetmek istiyorum.

Melankolik ve içine kapalı biri olan II. Ludwig 19 yaşında tahta çıktığında devlet işleriyle ilgili yapmak istediği şeyler yaşlı parlamenterler tarafından desteklenmeyince zamanla elini kolunu devlet işlerinden çeker. Gençliği Hohenschwangau Sarayı’nda babasının entelektüel çevresinde ve sanatla çevrili bir atmosferde geçen II. Ludwig kendisini gerçek dünyadan soyutlayabileceği şatolar yaptırmak ister. Neuschwanstein Şatosu bu 3 şatodan en ihtişamlısı ve en maliyetlisi olmuştur. Yapımına başlandıktan 17 sene sonra tamamlanan şato için hazineden bu kadar çok para harcanması ve daha tamamlanmamış 2 şato daha bulunması hükümeti harekete geçirir ve kralın akıl sağlığının yerinde olmadığına dair bir rapor düzenlenerek onu görevinden azlederler. Şatoya kapanan II. Ludwig’in yardım çağrılarına kimse cevap vermez ve sonunda teslim olur. II. Ludwig, askerler tarafından sıkı gözetim altında psikolojik tedavi görmek üzere Berg Şatosu’na gönderilir.
Kralın en sevdiği yerlerden biri olan Berg Şatosu çoktan bir hapishaneye dönüştürülmüş, pencereleri demir parmaklıklarla kaplanmış, kapıları sadece dışarıdan kilitlenebilecek hale getirilmiş ve her tarafa gözetleme delikleri açılmıştır. Bir akşam üzeri psikologu ile birlikte şatonun bahçesinde yürüyüşe çıkar ve bir süre bahçedeki gölde ikisinin de cansız bedeni bulunur. Bunun bir cinayet mi, kaza mı yoksa bir intihar mı olduğu hiçbir zaman açıklık kazanamaz…
Kralın en büyük hayali ve aynı zamanda da en acı günlerini yaşadığı şatoyu gezerken insanın içini bir hüzün kaplıyor. Şimdilerde turistlerin gezdiği bu şatoda vakti zamanında yaşananları bilmek herşeyin gelip geçici olduğunu anlatıyor sanki.
4. durak: Oberammergau + Garmisch-Partenkirchen
5.durak : Innsbruck / Mittenwald
6. durak: Tirol
7. durak: Salzburg ve çevresi
Königsee’de bol oksijene, doğanın güzelliğine hazır olun! Salzburg’a çok yakın olan Königsee Schanau kasabasının başlıca aktivitesi Königsee Gölü’nde tekne turu yapmak. Gölde ilk tekne gezintileri 1907 yılında başlamış ve göl Berschtesfaden Milli Parkı sınırında yer alıyor. Tekne ile önce 30 dakika gibi bir süre ile St. Bartholoma’ya oradan da Salet’e gidiliyor.

Kışın giderseniz Salet’e tekneler gitmiyor. Minik bir tavsiye; güzel fotoğraflar çekebilmek için tekneye binerken sol tarafa ve camların tamamen açıldığı yere oturun. Çoğu kişi ilk durak olan Bartholoma’da inip orada vakit geçiriyor. Fakat tekneyle gidilen ikinci durakta (Salet’te) inip yaklaşık 20 dakika yürüdükten sonra karşınıza çıkan Obersee Gölü sizi daha çok büyüleyecek. Königsee’nin günübirlik tadını çıkarabilirsiniz. Eğer kalmak istiyorsanız da otel seçeneklerinin yanı sıra farklı kamp alanları seçeneğiniz de var. Özellikle Grafenlehen ve Mühlleiten kamp alanı en çok tercih edilenler arasında.

Size daha iyi bir alışveriş deneyimi sunabilmek için çerezler kullanıyoruz. Detaylı bilgi için çerez politikamızı ve kişisel verilerin korunması sayfalarını inceleyebilirsiniz.